(Original publishing date: 04.05.2022)
‘Eğitim şart ağabey, tabii tabii; her şeyin başı eğitim sonuçta. Ee, nerenin eğitim sistemi iyi diyorlar? Finlandiya mı? Hah, çevirelim madem o vakit oradan üç beş yönetmeliği de sistemimiz biraz modernleşsin.’. İşbu diyaloğu sayısız temada uyarlamak mümkündür: Üretim, hukuk, adalet, laiklik, kısırlık… Evet, kısırlıkta dahi denenebilecek bu taktik tepeden tırnağa kısırdır da. Hiç: ‘Yok efendim, dünya değişti. Globalleştik artık tepeden tırnağa. Her el değil, artık kimin hangi parmağı hangi ceplerde diye sorulduğundan modern dünyada sınırları aşamayan bir kavram kalmamıştır’ demeyiniz. Sanayi toplumu olacağız, tarımın modası geçti.. ya da: ‘Tarım artık geri kalmış ülkelerin yapacağı iş’ diyerek ne sanayileşmeyi becerebilen, ne de her on yılda bir mumla aradığı tarımsal üretim yapabilen bir ülke haline gelmedik mi? Bu yanlış anlaşılmayı alevlendiren de, geçtiğimiz yüzyılda endüstriyel potansiyellerini fütursuzca gerçekleştirebilen ülkelerde gözlemlenen eğilimi tersten okumak değil miydi? Tıpkı şimdilerde ülkemizde denenen has ve öz akıl sıtması enflasyon savı ve mücadelesi(!) gibi.
Bir de şimdi bu küresel furyayı kovalayan çoğu takım elbiseleri de küresel değer zincirlerinin çöktüğü, kendine yetebilmenin öneminin tekrar kavrandığı: Bir diğer deyişle gezegenin, bir sonraki zihin vebasına geçişine hazırlandığı gerçeğini atlayacaklardır. Ve bu atlama da bir tüh çekilip geri dönülebilecek ya da düzeltilebilecek bir atlama olmayacak. Bu boş geçmenin bedelini bu topraklarda yaşayacak bütün insanlar uzuunca çekeceklerdir. Ne demek istediğimle ilintili birkaç bilimsel çalışmadan bahsedip, perspektif sunmak gerekirse:
İnsanın doğasına dair bugüne kadar yapılan (bugünkülerin de neredeyse hepsi) bütün genel-geçer savlar temelsiz, ya da en iyi ihtimalle kısmen temellidirler. Tarihin de defalarca kanıtladığı gibi insanların müthiş bir kötücüllük potansiyelleri vardır, doğru. Ancak bu, insanlığı ya da insanı özünü kötü/karanlık kılmadığı gibi, insanlığın aslında ‘iyi çocuk ama çevresi (sistemi) kötü’ olmadığı gerçeğiyle de daha kaç defa yüzleşmek gerekecek? İnsanın doğasını romantize etmek her ne kadar şiirleştirmeye yarasa da, artık şu: ‘Kendi türünü karakteristik surette katledebilen tek tür insandır, doğada böyle bir vahşetin başka örneği yok’ safsatasını da ne kadar erken atlatırsak o kadar selamet getirir. Şöyle ki hala sağ olan türlerden en yakın akrabamız olan şempanzeler, aralarında genellikle kan bağı da bulunan genişçe sürüler halinde yaşarlar. Bu komşu sürülerin erkekleri, sınır bölgelerde az sayıda yakaladıkları yabancı sürülerin üyelerini paramparça ederler ve bunu periyodik olarak yaparlar. Bu davranış üzerine söylenebilecek en net söz, şempanzelerin doğasında bizim anladığımız şekilde bir savaş halinin esas olduğudur.* Her ne kadar şimdilerde pek olanaksız gelse de, mertliği bozduğu iddia edilen barutlu silahlar icat edilmeden önce insanlar birbirini soğan gibi doğruyorlardı savaşta ve dışında; unutmamak lazımdır.
Hal böyle olunca bakmayın, inanmayın ve kanmayın hiçbir göz boyamaya/makyaja. Daha bir yüzyıl kadar öncesinde politik sorunların çözümü için gerek iç gerekse dış politikalarda savaşların patlak vermesi, işin doğasında yok muydu? Hey (cesur yeni) atom enerjisi, sen nelere kadirsin! ‘Herkeste kıyameti getirebilecek güç varsa kimsede kıyameti getirebilecek güç yoktur’ mantığının en azından uluslararası arenadaki vücut buluşudur içerisinde bulunduğumuz yüzyıl. Hiç değilse alenen savaşılmıyor, bu da onlara göre ilerleme dedikleri şey de bu herhalde…
Bu nesnellikte geçtiğimiz (ve çoğunlukla şimdiki) çağın gelişmemiş ülkelerinin yegâne atılım umutları, ne yerli ne de yabancı statükolar ya da denenmiş-tutmamış ancak ısıtılabilir stratejileridir: Tek umut yenileyici (hatta çoğu açıdan devrimci) bir ulus ruhunun dirilişindedir. Herhangi bir zihniyeti (dinler de dahil) doğru düzgün ithal edememişiz, edemeyeceğiz; bunu anlamak için daha ne yaşamamız gerekiyor?
Şimdi biz bunu da tersten anlayacağımız için, gönlünde hala konforlu bir düzelme ya da çözüm bekleyenleri neyin bekleyebileceğini düşünmek bile dehşete düşürüyor insanı. Gandhi (belki de Mao?) tipi yürüyüş gösterilerinden yankı bekleyen muhalefeti(!) de, yüzyıllardır tepesine çökülmüş halkın islam fetişini sömüre sömüre semirilen iktidar(lar)ı anlayabilmekle beraber kavrayamıyorum, bu kadar can atmasa mıydık acaba kültürel piçler olmaya? En azından son zamanlarda gerçekleşen elektrik ‘protesto’sunda faturadan 250-300 lira tasarruf etmiştir birileri, bari egzersiz dışında bir yararı oldu. Uzun lafın kısası erken biten/sönen alevi tekrar canlandırmadan, yüzyılımızın status quo’sunun gerçek olmadığını anlamadan, piçliğinden sıyrılıp kendini düzgünce yaratamadan yakında insan sayılmamız pek de olası olmayacaktır, demedi demeyin.
*: Meraklısı Dr. Richard Wrangham’in konu üzerindeki kapsamlı çalışmalarına bakabilir.