(Original publishing date: 06.05.2022)
‘… Şehirlerde gezeleyen, gün içerisinde ellerinde ya frappucino’ları ya da ıspanaklı smoothie’leri eksik olmayan; fakat sabahın altılarındaki yoga seanslarından saatler önce kafalarını bar lavabosundaki kokain çiziklerinden anca kaldırabilen elitlere ne demeli? Bu kokainman yogileri bilinçlendirmeden (ya da onlar da sorumluluk almadan) ağır uyuşturucularla verimli bir mücadele vermemiz çok güç olacaktır. …’ Yavan bir filmden alınma replik gibi dursa da bu sözler, (eski) Hollanda Emniyet Genel Müdürü Erik Akerboom’un 2018 yılındaki bir basın toplantısında sarf ettiği sözlerdir. Alçak diyarlardaki hafif uyuşturucuyla mücadele kapsamında da günümüzde devlet desteğiyle cannabis yetiştiriciliği sağlanması planlanmakta olup, hükümet bu üretim aracılığıyla hem sıradan esrarın topraktan bong’a karanlık yolculuğunu engelleyip, hem de bu iki aşamayı da su üzerinde tüketici fiyatlarını gereksizce yukarı itmeden vergilendirebilmeyi amaçlamaktadır.*
Sorumluluk almak… Bilinçlendirmek… Geçtiğimiz yüzyılda iddialı hedefler ve gürce bir sesle patlak veren çevreci akımdan çok daha sık duyulan sözler bunlar. Gerçi olgunlaştıkça ve geliştikçe değişmiştir de bu akım, en azından 2000’lerin başındaki genel tüketiciye dair pahalılığa rağmen çevreci ürünler tercih edilir beklentisini aşmıştır son birkaç senede. Ancak üstteki paragrafta bahsi geçen bilinç ve sorumluluk ile çevrecilerin ‘farkındalıkları’ arasında hala kritik bir fark gözlemek mümkün: Neredeyse hiçbir kullanıcı, maddesinin organik olup olmadığını umursamıyor. Oksimoron teşkil edecek sentetikleri bir kenara koyarsak çevreci ‘bilinç’i olan esrar kullanıcılarından dahi ‘evlerde gönül rahatlığında yetiştirebilme’ taleplerinde bile ‘kansız esrar’ talebi ön plana çıkmaz mesela; ‘insancıl et’ ya da ‘karbonsuz enerji’ üretimine olan talepten farklı olarak.
Tabii, vakti geldiğinde illa ki ‘kölelikten azade’, ‘çevreci’ ve ‘biyolojik’ eroinler tüketilebilecek! O zaman dahi eroinin büyük çoğunluğunun Taliban vb. oluşumlardan gelecek olması ufak bir pürüz olacak sadece, ona da kültürel/anlayış farklılığı denenecektir zannımca, en azından din kardeşi olmayan toplumlarca… Belki bu onların ikiyüzlülüğüdür diyeceksinizdir:
Günün sonunda Hollanda gibi ülkeler biraz da çifte problemle güreşmekte. Hem küresel üretimde, hem de dağıtımda kilit bir pozisyonda olunması, sorunlarını hem (çok yönlü) derinleştirmekte, aynı zamanda da mücadele odağını zedelemektedir. Hele hele idari yapılara güvenin sarsıldığı, krizlerin birbiri ardına patladığı enflasyonist bir küresel ortamların kayıt-dışılığa ve yeraltı ekonomisine yaradığını göz önünde bulunduracak olursak durumun vahametini daha iyi kavrayabiliriz. Malumunuz, azgın enflasyonlarda para dışındaki neredeyse her şey değerini korumaya müsaittir. Ana fikre dönecek olursak, uyuşturucuyla mücadele hiç imse için kolay değil, ve kullanımının da tamamen bitirilmesinin imkansız olması da pek mümkündür. Ancak bu, kesinlikle çabalamak anlamsız demek değildir.
Peki öncelikli sorunu Asya-Avrupa-Afrika üçgeninde uyuşturucu kervansarayına dönmüş hali olan Türkiye’nin yetkililerinin (tersi geçerli olmasa da bu güruhun çoğuna elit de denebilmekte ülkemizde) bu durumu engellemek adına ne yapabilmesi lazım? Her şeyin başında doğu ve güney sınırlarındaki laçka geçişler aracılığıyla topladıkları de facto vergilerden vazgeçmekle başlasalar fena bir başlangıç olmazdı, sıfır vadeli kur korumalı eroinden vazgeçecek kadar bilinçlenmeye niyetleri varsa tabii…
*: Hollanda’da esrarın yasal/serbest olduğu bir yanlış anlaşılmadır. Üretimi, bulundurması ve tüketimi hala Ceza Kanunu’nda suç olarak tanımlanmakla beraber teamülde bir miktara kadar bulundurulması ve belirli alanlarda kullanımı tolare edilir. Yetiştirilmesi, işlenmesi ve dağıtımıysa bu tolerasyon kapsamına girmemekle birlikte Hollanda menşeili ve uluslararası suç örgütleri, bu faaliyetlerden milyonlarca € gelir elde etmektedirler.