(Original publishing date: 10.05.2022)
20. Yüzyıl Chicago’su. Vahşi Batı’sı güç bela ehlilleştirilebilmiş, ancak küresel krizlerin batağında olan ABD’nin Ortabatı’sının incisi. Ya da öyle yapılmak istenen şehri. Ve çok da bilinmese de, bu plansız hırs uğruna iki nesli ve bütün itibarı adeta değirmen taşında öğütülmüş bir şehir. Düzensiz göçün, her ne kadar altında ‘iyi’ sebepler yatabilse de, nasıl yıkıcı sonuçlar doğurabileceğine dair belki de en güncel ve çarpıcı örneklerden birisidir.
Büyük Savaş’tan sonra ABD’nin hem halkına dönük (sivil) üretimi körükleyebileceği, hem de yitirdiği nüfusunu kentler nezdinde yeniden kazanmaya çalıştığı şehirlerin başını çekiyordu Chicago. Coğrafi konumu ve kaynaklara yakınlığı sayesinde sanayileşmeden hâlihazırda kısmen de olsa nasibini almış olsa da, Savaş’tan sonra yağan fabrikalaşma & büyüme teşvikleri sayesinde eşi benzeri görülmemiş bir iç-göç akınına uğradı. Öyle bir akındı ki bu, liyakati noksan ve gereğinden fazla heyecanlı yöneticilerde ucuz ve vasıfsız iş gücü sayesinde ‘ekonomiyi atağa kaldırma’ hayalleri kurmaya başladılar; öyle bir akındı ki 1929 Büyük Burhan’ına rağmen şehre rağbette kayda değer bir düşüş söz konusu olmadı.
Peki bu nelere yol açtı? İnsanlık tarihinde ders niteliğinde adını altın harflerle yazdıran bir banliyöleşme (ghetto’laşma), kutuplaşma ve çeteleşmeye. Chicago fenomeni/okulu, bu yaşanmışlıktan türemiştir günümüzün suç biliminde okutulmaktadır da.*
Bu arada eklemekte fayda görüyorum: Özellikle 1920 alkol yasağını müteakip yeraltı arzını kontrol eden mafya tipi oluşumlar ülkenin dört bir yanında patlak vermişlerdir. Ancak Chicago’da ne meşhur New York Ekolü’nün**, ne de Los Angeles ve Las Vegas gibi kentlerin yoktan var edilişinde tartışılmayacak roller oynamış olan Bugsy Siegel ya da Meyer H. Cohen gibilerinin yanına dahi yaklaşamayacakları vahşi bir şiddet, sokak çatışmaları ve toplumsal bozunum cereyan etmiştir. Buna sebebiyet veren de aslında bu tarz kaoslardan fırsat biçen Capone gibilerin sivri zekası değildi: İdarecilerinin liyakatsizliği ve yersiz aç gözlülükleriydi.
Yanlış anlamayın: Hiçbir topluluk ani göç yüklemelerini absorbe edememiştir, edemez de. Chicago’nun bu: ‘Gel vatandaş! Kapı-mapı yok’ politikası, yerleşik nitelikli nüfusu kendi içerisinde kapanmaya iterken dalga dalga akın eden göçmenlere de kendi içlerinde banliyöler oluşturttu. Kısa süre sonra da şehirdeki yaşam-standardı makası iyiden iyiye açılmaya, veba gibi yayılan sokak suçlarıyla birlikte resmen ‘duvarlar ardında’ yaşamaya başlayan orta-üst kesimin de dengesini de bozdu ki bu saatten sonra da dananın kuyruğu tamamen koptu. Kontrol altına alma çabaları da hiç kolay olmadı, yerlisinden-göçmeninden nesillere mal oldu.
Toplumsal dokular oyuncak değildirler. Göç, canlılığın gerçeklerinden birisidir, evet, ancak yüksek nüfusları kasten ittirmek ya da yaklaşan bir dalganın önünde durmayıp bunu da marifet gibi lanse etmek, nitelikli(!) bir aymazlığı gerektirir. Tabii ki işin içerisinde farklı faktörler de olsa, Chicago örneği özünde kontrolsüz bir iç göç örneklerindendir de. Bunun bir da farklı rotalardan yağan dış göç halini insan hayal bile etmek istemiyor.
Gerçi dünün Chicago’su ne alaka ki şimdi? Günümüzde de kontrolsüz göçe sevinip, hatta ‘ucuz’ işgücü potansiyeline, doğacak toplumsal tepkilere rağmen göbek atacak kadar dümdüz et kafalılar, yetkili makamlara gelemezler herhalde. Şayet dünyanın bir yerinde varsalar da umarım köşede bekleyen pogrom şiddeti, kapıyı kırıp terör estirdiğinde biraz da olsa sorumluluk alacak omurgayı gösterebilirler: Yoksa soludukları havaya dahi yazık olmuştur, olacaktır.
*: İşbu disiplini şıkça gözler önüne seren güncel bir çalışma için bkz.: Hardyns, W., Pauwels, L. (2017) The Chicago School and Criminology, pp 123-139. In: Tripplett, R.A. The Wiley Handbook of the History and Philosophy of Criminology (ISBN: 978-1-119-01135-4) **: Baba (Godfather) evreninden Don Vito Andolini Corleone, ve ilhamı Frank Costello ki hem gerçeği, hem de ilham alınmış karakteri de Chicago’daki mafyalaşmayı: ‘Hayvanca bir barbarlık’ olarak adlandırırlar.