(Original publishing date: 08.05.2022)
Neden Müslümanlık stereotipi, Hristiyanlık stereotipine nazaran çok daha somut ve güçlüdür, hiç düşündünüz mü? Hayır, islamofobi propagandası demeyeceğim, aksine islamın ta kendisi cevabını vereceğim.
Bu savın selameti için iki majör dinin de günümüzde kısmen de olsa olgunlaştıklarını varsayacağım, en azından eskimeleri için yeterince süre geçti sonuçta. Buna rağmen ‘Hristiyan ülke’ler arasındaki karakteristik farklılıklar kültürden ekonomiye, dillerinden yaşantılarına şiddetle göze çarparken ‘Müslüman ülke’ler için aynı neden gözlemlenememekte? Etnik arka planlarının farklılıkları, tarihleriyle birlikte bağırmaya çalışsalar da Suudi Arabistan’daki bir infaz sahnesini İran ya da Afrika’daki benzerlerinden coğrafya ve türevi faktörler dışında birbirlerinden pek de ayırt etmek güçtür. En azından(!) mesele cami inşasına geldiğinde Suudilerin bazı maceraperest (ve çoğunlukla da batılı) mimarlara saçabilecek paraları var da, fotoğraftaki gibi post-modern mimarinin elinden çıkan start-up görünümlü camiimsilerle karşılaşılabiliyor. Kıyafetler meselesine gelecek olursak dindarların giyim benzerliklerini de coğrafya ve iklim benzerliklerine vurmakta çok da acele etmeyin.
İslamın ‘etliye sütlüye karışmayan’ usul versiyonunun zirveye yerleşene kadar olduğuna dair sayısız örneklerden en yenilerinden olan Güney Asya’daki duruma bakacak olursak bu kültürel çölleşmeden mustarip olan tek coğrafyanın da bizimkisi olmadığını apaçık gözler önüne sermekte aslında.* Sırf bu ikirciklilik bile İslamın, kendi içerisinde aşımcı bir anlayıştan öte güç temelli, siyasi ve çıkarcı bir oluşum olduğuna dair su götürmez delillerden birisidir, en azından kendini kitlesine sunduğu surette. Son yıllarda Güneydoğu Asyalıların erkeklerinin beyaz beyaz, kadınlarının iyiden iyiye da kara kara entarilere bürünmelerinin ardında küresel ısınmanın mı yoksa İslamcılığın güçlenmesinin payı mı yüksektir sizce? Bana soracak olursanız tropikal iklimleri, dinin ağırlığıyla basbayağı çölleşiyor gibi gözüküyor. İslam, bir dinden ziyade araplaştırma endeksli siyasi bir asimilasyon, genişleme, hatta emperyalizm aracıdır. Bunun günümüzdeki en yaygın türevlerinden olan Wahhabi’lik (Müslüman Kardeşlik ya da Siyasal İslam da deniyor) ile de sınırlandırmak çok da tutarlı bir açıklama değildir kanımca. Görünen o ki sorun, siyasal islamdan ziyade islamın siyasetidir; müritlerinin yirmi dört saatinin tamamını regüle etmeye yanaşan yapısıdır. Belki de kendisini tazelemeye yönelik çıkan sesler her daim ivedilikle bastırılırken hala (neredeyse) her popüler sürümünün köktenci olmasında da bu sıkı tutuş olsagerek.
Elleri yeterince güçlenene kadar azınlıkta oldukları çoğu yerde oldukları gibi keten pantolon, badem bıyık ve çerçevesiz gözlüklerle; ardından tabanının, toplumsal yapıyı baştan sona baskılayacak yanını saklayan (hafıze) Pandora’nın Kutusu’nu açabildiğinde gökten entari, sakal ve burka yağdıran ben değilim, ama yağıyor bir şekilde nedense. İslam, yerleştiği yerdeki insanı araplaştırırken bölgesini de çölleştirir, sosyolojisi de budur; nokta.
Peki ya Türkiye’nin durumu nedir? Nasıl tanımlanılırsa tanımlanılsın, düşünce özgürlüğü alanında bir çekişmenin olduğu çok aşikâr. Tepe, yüz yıldır bozunumlardan bozunum beğenip kendi ‘kardeşlik-klübü’nü beslemekten başka bir haltı pek beceremediğinden bu çekişmenin tabandan-tepeye surette sonuçlandırılmasından başka çıkar yol hayal etmek bile günden güne zorlaşıyor. Bu sebeplerden ötürü göçmen çöplüğüne dönen ülkemize bir daha bakmanızı tavsiye ederim, bakınız uyumsuz kaçkınlara: Türkiye’nin de iyiden iyiye merkezine çekildiği çölleşme girdabının daha ileri safhalarından kopan gelen insanlardır çoğu, ibret alın derim ben, bari mesele artık bu kadar gözümüze sokulmuşken. Ya da helalleşin ne diyeyim, tercih sizin.
*: Mevzubahis süreçle ilgili çarpıcı tespitler içeren bir araştırma yazısı için bkz.: Ghoshal, B. (2010). Arabization: The Changing Face of Islam in Asia. India Quarterly, 66(1), 69–89.