(Original publishing date: 30.04.2022)
Toplumsal hiyerarşi denildiğinde akıllara ne gelir? Günümüze hakim, tartışılmasına özellikle ‘sol görüş’e yatkın olan kesimlerce izin dahi verilmeyen anlayışa göre güç merkezli bir açıklama, gücü elinde bulunduran kesimlerin (burada güç fiziksel, parasal, sosyal ya da bir diğer avantaj sağlayan şey olabilir), bundan mahrum kitleleri ezdiği, sömürdüğü ve düzenlerini de bu parazitik beslenmeyle devam ettirdiklerini savunacaktır. Bu paraleldeki yorumlar, her ne kadar romantikliğe varan okullarca (sol olmaları şart da değil) rağbet görseler de, sosyal yaşamın gerçeklerine ne kadar uyarlı bir resim çizmektedir acaba? Mesela güçlü birisi hayatına sömürmeden devam edemez mi? Ya da güçsüz olanın kaderi midir ezilmek? Yoksa gerçekten de fakir, çalmasını iyi beceremediği için mi fakir kalmaktadır? Gelin romantiklikten biraz da olsa uzaklaşmak adına, bizim gibi sosyal yaşama endeksli olan fareler ile yapılmış mihenk taşı bir deneye bakıp, bir ders çıkarmayı deneyelim:
Eğer sosyal yaşama dair bir kural konulabilseydi, bu: ‘Nasıl hareket ettiğin, ne eylediğinden de, ne olduğundan da yeğdir!’ olurdu.* Fareler bile bu kuralı anlamaktadırlar: Afektif (duygusal) Nörobilimin kurucularından Jaak Panskepp’in konuyla ilgili çalışmasından alıntılamak gerekirse oyun oynamak, fareler için hayati denebilecek nitelikteki aktivitelerdendir. Vakitlerinin en büyük çoğunluğunu oynamakla geçiren farelerin ise (genç erkek) oynamayı en sevdikleri oyun, kavgaya benzer bir güreştir. Güreş esnasında en çok avantajı sağlayan faktör ise farelerin büyüklüğüdür ki şayet bir fare diğerinden %10 ya da daha fazla büyükse, aralarındaki güreşlerin (neredeyse) hepsini kazanabilmektedir. Ancak iki erkek ilk defa karşılaştıklarında aralarındaki boyut farkı ne kadar olursa olsun, evvela bir güreş tutarlar.
Şimdiye kadarki bildiklerimizden ‘güç-temelci’ bir çıkarım yapmak istersek, mevzubahis iki fare arasındaki hiyerarşinin oluşumundaki hikaye, ilk güreşten sonra bitmelidir: Büyük fare kazanır ve küçük farenin üstünde konumlanır, amin. Ve amindir de aslında cevap, farelerin ömürlerinde sadece bir defa karşılaştıkları istisnai durumlarda. Ancak fareler de insanlar gibi sosyal varlıklardır ve belirli bir topluluk/sürüdeki iki farenin birbirleriyle tekrar karşılaşmaları sadece an meselesidir. Bu da oyunlarının bir kere oynanıp bittiklerinden ziyade tekrar tekrar oynandığı, uzunca bir süreç içerisinde devam edildiği anlamına gelmektedir ki ilk ‘unvan belirleme’ güreşinden sonra tekrar karşılaşan fareler, eğlence için tekrar tekrar güreşmektedirler.
Peki ilk güreşi kazanan büyük fare ile küçük fare tekrar karşılaştıklarında ne olmaktadır? Pek tabii güçlü olan farenin kazanabildiği her güreşi kazanması ve kendi zevki için küçüğün cılkını çıkarması mümkündür. Ancak bu çok ender rastlanan bir olaydır. Çoğunlukla gerçekleşen durum, büyük olan ve ilk güreşi kazanmış farelerin, müteakip güreşlerin %30 – %40’ını küçük farenin kazanmasına izin vermesidir. Çünkü ancak bu ‘güçlünün lehine fakat küçüğün de gönlünün alındığı’ durumlarda hem güçlü farenin hem de güçsüzün sağlıkları optimal seviyede olmaktadır, sevilip sayılmaktadırlar. Bunun içerisine, topluluktaki diğer farelerin davranışları ve bütün topluluk içerisindeki meta-hiyerarşi de dahildir. Bir diğer deyişle, gücünü tepe tepe kullanan, kendinden güçsüzleri her daim ezen ve umursamayan fareler dışlanmakta; her ne kadar grubun en güçlüsü/büyüğü olsalar da, diğer bireylerin ezici çoğunluğunca kin duyulacaklarından ötürü sürü hiyerarşisinde de iyi bir konumda yer alamamaktadırlar. Bunun sonucunda kendi sağlıklarını da, güçlerini de yitirmeleri yine an meselesi olmaktadır tabii. Benzer bir fenomen, şempanzelerde de sıkça gözlemlenmektedir ki çoğu doğa bilimci tarafından da ‘sosyal yaşamın evrensel ahlaki kuralı’ olarak adlandırılmaktadır. Bir başka perspektife göre de buna benzer kuralların çoğu öğreti ve dinde yer almasının temelinde bu doğallık yatmaktadır. Peki ya bize ne demeli?
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse: Bu fareler kadar sosyal bilincimiz olsaydı izin vermezdik derim ben bu kadar fütursuzca domine edilmeye. Sabır taşı olsa çatlardı yahu, tebaa olsaydı kralı paldır küldür bir nehir kenarına kadar kovalayıp, kılıç zoruyla yetkilerini kısıtlayan bir belge imzalatılırdı, tekrardan. Ancak biz özgürlüğe biraz geriden başladık, ve başlangıç çizgisini sevmiş olmalıyız ki oturup kalmışız: Bari geriye kaymıyor olsaydık… ‘Başkalarına, kendine davranılmasını istediğin gibi davran’ bilgeliğinin diğer yüzü olan ‘Kendine, kendine biçtiğin değer ölçüsünde davranılmasına izin ver’ öğretisi neredeyse hiç umursanmamıştır bile toplumumuzun geniş bir kesimi tarafından. Hal böyle olunca farelerle yaşayası geliyor insanın, hiç değilse lağımlarda yaşandığının farkındalığından ötürü.
*Deney örneklemi ve anafikir için Dr. Jordan Peterson’ın yeni kitabından ilham alınmıştır: Beyond Order: 12 More Rules for Life, by Jordan B. Peterson. pp. 15-17. (International Edition)
Farelerle ilgili mevzubahis deney için bkz.: J. Panskepp, Affective Neuroscience: The Foundations of Human and Animal Emotions New York: Oxford University Press, 1998. pp. 280-299.