(Original Publishing Date: 16.04.2022)
Hepimiz duymuşuzdur bu meşhur yalanı: ‘CHP iktidardayken camileri ahır yaptı!’ ya da bunun geleceğe bakan versiyonunu: ‘Bunlar iktidara gelirlerse camileri tekrar ahır yapacaklar!’ İbadethanelerin tarihçelerini de göz önünde bulundurarak bu ifadelerin asılsızlığını ve yankı bulduğu kitleden ziyade, binalarının kullanış amaçlarının değişimi (hatta değiştirilebileceği fikri) hakkında yazmak isterim bu makalede.
Cami müslümanların, kilise ise hristiyan toplulukların ibadethaneleridir ve inanç çatısı altında kültürel gelişimin de izlerini taşımaya müsaittirler: Gotik, Barok, Roman vb.. Hem camiler hem de kiliseler, tarih sahnesine çıktıkları zamanlardan beri sadece ibadet için kullanılmamışlardır tabii. Bu binaların içerisinde eğitimler verilmiş, seramoniler düzenlenmiş, toplantılar yapılmış, hatta insanlar evlenip boşanmışlardır da bu hanelerde. Dini farklılıklar çıkartıldığında, kilise ve caminin tarihsel perspektifte fonksiyonel açıdan pek de farkları yoktur aslında. Peki, içerisinde bulunduğumuz yüzyılda insanlar geleneksel dinlere giderek az rağbet göstermeye başlamışken, zamane ihtiyaçlarına karşılık inşa edilmiş bu devasa hanelere ne yapılabilir? Biraz ince bir buzul olsa da Hollanda örneği burada bir perspektif katabilir:
Bugünlerde Hollanda denilince çoğunluğun aklına seks ve uyuşturucu turizmi geliyor olabilir, her ne kadar hem bu itibarı hem de getirdiği yan etkileri kısmak için uğraşılıyor olsa da. Yalnız bu açıdan bakıp, insanlarının hali de esrarkeş aymazlığa indirgenmemelidir: Hollandalılar zamanında, monarşilerini alaşağı etmeyi planladıklarından şüphelendikleri başbakanları Johan de Witt ve kardeşi Cornelius’u bacaklarından asıp yemişlerdir. Mecazi anlamda değil, basbayağı dişleriyle… Ender rastlanan bir toplumsal olay… Peki bu turuncu monarşilerine bağlı ve köklerinde bağnazlık seviyesinde dindarlık yatan Hollanda’da geçmiş yüzyıllarda inşa edilmiş kiliselerin akıbeti nedir? Bulundukları lokasyonda neye ihtiyaç varsa odur: Otel, kütüphane, spor salonları, mağaza ve hatta disko-tipi eğlence mekanlarına kadar bölgede neye ihtiyaç varsa o fonksiyona hizmet edecek şekilde restore edilmiştir devasa kilise binaları. Hatta kırsal, ucra alanlardaki küçük kiliselerden müstakil ev olarak bile restore edilenler var! Bu dönüşümün arkasında dinsiz kesimin iyiden iyiye güçlenmesinin yanısıra, git gide boşalan kiliselerin bakım masraflarının yüksekliğinden ötürü binaları elden çıkarmaktan oldukça memnun olan ruhbanların da imzası vardır. Bu dönüşüm, eşyanın tabiatına da, toplumun sosyal gidişatına da uygun ve doğaldır da.
Türkiye’deki camilerin toplum nazarındaki konumu hususundaysa rasyonel bir çıkarım yapmak pek zor gözüküyor. Siyasi temelli ve kışkırtıcı öcü hikayeleri bir yana, insanların dine bağlılıkları burada da azalmaktayken bir caminin değiştirilmesi fikrine kelimenin her anlamıyla ateş ile karşılık verilmesinin sebebini kavramak kolay değil, doğal da değildir. Ancak bir çıkarımda bulunmak mümkün: Ülkemizdeki part-time müslümanlar bile düşüncesine nefretle mani olabilmesi, camilerin de külliyen din anlayışıyla birlikte dibine kadar fetişize edilip tabulaştırılmış olması onyıllar süren gerek içsel gerekse dışsal bir kışkırtmanın meyvesidir. Bu damar öyle fütursuzca beslenip aynı zamanda da sömürülmüştür ki bu da Cumhuriyet’imize yapılan ihanetlerin sadece bir dalıdır. Hal böyleyken hatırlatası geliyor insanın:
Günün sonunda binayı inşa eden de, dekore eden de, dönüştüren hatta zaman zaman yıkan da insandır çürüyüp gitmediği ya da doğal bir yıkımla karşılaşmadığı sürece. Öyleyse olur efendim, bir bakın şartlar bir gerektirsin: Aziz Peter Bazilikası’ndan ala meyhane, Kabe’den de ala ahır bulamazsınız.